[Leopold H. Fitzroy] Ölüler tekrar ölemez.

Post Reply
GM
Site Admin
Posts:39
Joined:Mon Aug 26, 2019 6:56 pm
[Leopold H. Fitzroy] Ölüler tekrar ölemez.

Post by GM » Sun Sep 22, 2019 11:07 pm

Tetiği çekmeye başladığın an, hayat senin için donuyor.

Ne yaptın şimdiye kadar? Sen, Leopold Henry Fitzroy, bu dünyaya ne kattın? Senelerce yaşadın, bilgi aldın, bilgi sattın. Koştun, eğlendin, çaldın, yağmaladın, sattın, manipüle ettin, zor durumda bıraktın. Sen, Leopold Henry Fitzroy, bu dünyaya birçok insandan daha fazla şey kattın. Ama pes ettin.

İsimsiz hikayen yayılacak mı dilden dile, yoksa unutulacak mısın tıpkı yüzbinlerce yıldır yaşayan herkes gibi. Büyük filozof Eflatun, büyük fatih İskender gibi anılır mı ismin? Hak ettiğini aldın mı? Birkaç kötü hücre sadece, birkaç damla kan, birkaç eksik nefes. Biraz acı. Yıldırdı seni, bedenini yordu. Seneler sürecek bir teknolojik atlayışın temelleri atılırken oradaydın, sonunun nereye gideceğini bilmeden yaptın tüm hesaplarını, katakullilerini, alçaklıklarını. Dünya nereye gidiyor Leopold? Gezegenler hangi iplerle bağlı daha yukarıya? Nedir bu ışık yayan camdan toplar? Daha bulunacak, anlatılacak, keşfedilecek o kadar çok şey var ki, bu hayatı bırakıp gitmen için daha çok erken.

Çığlıklar duyuyorsun tetik aşağı doğru ilerlerken. Yaşadığın her şey, çektiğin her acı, ruhunun her düşüşü ve her dalışın düşüncelere seni bu eve getirdi. Hak ettiğin yerde misin? Şu haline bak Leopold, sen bir soyluydun. Şimdi ise sıradan bir köyün, uyuşturucu müptelası zenginisin. Sen bunlardan hangisini hak ettin? Sevdiğin kadını gömerken onun saçlarını okşadığın ellerini kullandın. Öteki tarafta onunla buluşmayı bekliyordun ama, öteki taraf olduğuna inancın var mıydı ki senin zaten? Hangi acılara katlandın sen, bu muydu hayatının sonu? Sen ki kılıçlar yutturan bir sihirbaz, bir bilgi hırsızı, bir arsız köstebek, bir karanlık asker, kendi silahını kendine doğrultacağını düşünür müydün hiç?

Tetik en sona geldiği zaman o hep duyduğun “çık” sesini duyuyorsun.

Büyük bir uğultu kulak zarını patlatmadan önce tüfeğindeki saçma dolu fişek derini deliyor, ağzına doluyor, ardından hızlıca beynine doluyor. Açılan tüm deliklerden kan akıyor ağzına doğru, gözlerine doluyor saçma iç kısımdan, patlatıveriyor en değerli organlarını ufak birer sabundan baloncuk gibi. Kafatasın anında parçalanıyor, beynin çorbaya dönüyor. Dünyayı böyle terk etmeyi hak edecek ne yapmıştın ki sen? Fişeğin momentumuyla kafan çok büyük bir hızda geri giderken boynun kırılıyor, parçalanıyor boynundaki birkaç kemik. Tüfeği bırakıyorsun bir anda, devriliyor o da, sen de öbür yana, koltuğun üzerine düşüveriyorsun. Kolların fişeğin şiddetiyle iki yana iki yana açılıveriyor. Ölümün de hayatın gibi. Sesli, vurucu, aniden. Hayat sahnesine çıkan herkes gibi ufacık zamanını iyi değerlendirmiş ol ya da olma, sen artık yoksun.

Hareket edemiyorsun artık. Gözlerin görmüyor. Güzel ipekten örülmüş kolçakları olan sandalyenin dokusunu hissedemiyorsun. Ölümün zarif olmaktan fazlasıyla uzak olmalı. Bedenini bulacak ilk kişi için üzülmeden edemiyorsun. Yarı fonksiyonel ciğerlerin artık hava çekemiyorlar. Seni öldürdükleri gibi kendileri de ölecekler yakında. Kalbin atmıyor artık eskisi gibi heyecanlı şekilde.

Bir saniye. Sen düşünebiliyorsun. Bu nasıl olur? Acı ve kederden kurtulmak, bu kadar kolay mı? Tetiği çek, bilinç harici her şeyden sıyrıl. Bunu anlatmalısın birilerine. Öldükten sonra, aslında ölmüyor muyuz? Ölüler düşünebilir mi? Hareket etmek için uğraşsan da bu karanlıktan nasıl sıyrılabilirsin ki? Beynini dağıttın az önce. Bu bilgiyi nasıl anlatabilirsin ki?

Ölüler acı çekmezler. Sen de çekmiyorsun zaten. Bir anda kurtuldun o pis ciğerlerinden. Ama nefes almıyorsun. Hissetmiyorsun. Sadece… varsın. Bilincinin kapanacağı ânı bekleyeceksin sadece. O an gelince ise dünyadan gideceksin. Zaman kavramın kayboluyor giderek. Öleli ne kadar oldu ki? Bir dakika? Bir saat? On yıl?

Bilinç öyle zehirli bir şeydir ki, Âdem ve Havva’nın cennetten kovulmasına sebep olmuştur. Bilincinden uzak mısın yoksa kendin mi bir bilinçsin? Karanlığın en sonunda ışık yok burada. Yapayalnızsın, kapkaranlıktasın. Hayatını düşünmeden edemiyorsun. Yaptıklarını zihninden geçiriyorsun, hatırladığın her saati ve her günü. Hayatı yaşanılır kılan her an, senin için zihninden geçirmeye değer. Sonuçta yapacak başka bir işin var mı? Sen bir bilinçsin. Karanlıktaki bir ses. Bir karıncadan daha zararsız, en sessiz odadan bile daha sedasız. Ruhsuz. Ölümsüz. Hiçbir şey hissetmiyorsun bile.

En başlarda iyiyken bu yalnızlık, yavaş yavaş canın sıkılmaya başlıyor. Ne düşünebilirsin ki bu karanlıkta? Hayatını, yüzlerce kez. Belki binlerce. Cesedini buldular mı? Bedenini götürdüler mi olduğu yerden, gömdüler mi seni? Belki de naaşın İngiltere’ye geri götürüldü. Bunlar seni alakadar ediyor mu ki gerçi, ne fark eder ki? Cesedine tecavüz etmiş olsalar umurunda olur muydu ki sanki? Derinlerde bir yerlerde de olsa, biraz umursadığını fark ediyorsun.

Akıp giden zamanı ölçmek için kendi içinden saymayı deniyorsun. Milyonlara, milyarlara kadar sayıyorsun. Dakik bir adamsın, saniye kaçırmazsın. Bir milyara kadar sayabilmek için ne kadar zaman geçmesi gerekir? 31,7097919838 sene. 380,5 ay. 11574 gün. Bilincin ne zaman kapanacak? Ne zaman bu yalnızlık son bulacak? Çoktan Euphrasia ile buluşmuş olman gerekmiyor muydu? Belki de o da kendi bilincinin içinde hapsolmuştur orada bir yerlerde. Ve buna engel olmak için yapabileceğin hiçbir şey yok. Belki de çoktan toprağın altına girdin ve bunu hissedebilmek için bir şey yapamıyorsun. Birine hiç ses çıkarmadan, hiç göremeden, hiç hareket edemeden, hiç hissetmeden nasıl yardım edebilirsin ki?

Hiçbir şey hissetmiyorsun. Aşk bile, senin için milyarlarca saniye geride kalan kötü bir duygu. Hiçbir his yok.

Hiçbir his yok.

Hiçbir şey yok.

Derin bir nefes alıyorsun. Son nefesin.

İlk nefesin.

Leopold H. Fitzroy
Posts:2
Joined:Sat Sep 07, 2019 12:09 am

Re: [Leopold H. Fitzroy] Ölüler tekrar ölemez.

Post by Leopold H. Fitzroy » Sat Sep 28, 2019 6:25 pm

Tetiği çekti.

Tarih, sildi Leopold’u. İnsanlar şöhretlenirken dudaklarındaki kelimelerin ucunda, yazılırken isimleri birer birer insanların kulaklarına ve yazılırlarken kadim isimleri kitapların satırlarına; Leopold silindi. Birinin kendisini hatırlamasının bir önemi olup olmadığını bilmeden; kaç dakika, kaç gün ve hatta kaç yıl sonra bulacaklar ölü bedenini bilmeden, İncelmiş el ve ayak bilekleri kaç gün sonra kurtlar tarafından yenecek, yakılacak mı yoksa gömülecek mi, yaşamayan bedeni ahşap zeminle bütünleşmeden bulunabilecek mi bilmeden; öylece silindi. Not bırakabileceği kimsesi olmadan, not yazmış dahi olsa sahibine ulaşıp ulaşmayacağını bilemeden, yazdığı notun bir değeri olmayacağını bilerek silindi. O kadar hızlı oldu ki, kendisi bile daha önce var olup olmadığını bilmeden silindi. Dite kentini aşacak mıydı günahlarının boyu, sekizinci dairede hazır mıydı yeri çoktan, hiç mi iyi bir şey yapmamıştı düşünemeden ayrılmıştı bedeninden.

Parmağı ile yaptığı küçük hareket sonrasında varlığı odanın içine yayıldı. Hiçbir şey hissetmiyordu. Her şey çok hızlı gelişmişti. Varlığı önce odanın duvarlarında gezdi, sonra eşyaların etrafından geçti daha sonra ise geriye doğru savrulan bedeninin çevresini dolaştı. Gözleri, burnu, kulakları, dokunuşları hiçbiri çalışmıyordu. Sadece orada var olmaya devam ettiğini biliyordu. Bedeninden kan, et ve kemik parçaları saçılırken odanın içine; kolları vücudu ile birlikte geriye doğru savrulmuş ve biraz evvel tuttuğu tüfek yere düşmeye başlamıştı. Suratı her geçen salise, kafatasının içindeki basıncın etkisiyle ileriye doğru kayıyor ve deforme oluyordu. Saçma kurşunlar kafatasında en kolay kırabildiği yerlerden dışarı fırlamıştı bile. Başının üstünden ensesine doğru bezelye büyüklüğünde onlarca delik vardı. Açılan deliklerden akmaya fırsat bulamayan kan damlaları, burnundan ve göz yuvalarının içinden damlıyordu. Geriye doğru düşüyordu bedeni. Tutacak kimse, onu bu durumdan kurtarabilecek hiçbir ilah yoktu. Son duyduğu şey mırıldandığı melodiden sonra gelen minik bir ıslık sesiydi. Şimdi ise sonsuz bir sessizlik hissediyordu varlığı.

Oda, Leopold’un varlığını terketti. Hiçbir yerdeydi Leopold. Yürümek istese, yürüyebileceği bir ayağı; konuşmak istese konuşmasına fırsat verecek dudakları yoktu. Şu anda olmaması gerekiyordu, yoktu da; fakat hala buradaydı. Neden hala varmış gibi hissediyordu, varlık hissettiği yer neresiydi. Düşünmesi için kullanacağı beyin, biraz önce odanın ahşap duvarlarında son sinyallerini iletmemiş miydi? Neden hala düşünebiliyordu? Bir yöne doğru savruluyor muydu, yoksa sabit miydi? Aklından geçen her fikir, gözünün önündeydi. Sanki hepsini aynı anda düşünüyormuş gibi. Kendi zihninin içinde sıkıştığını düşünmeye başlamıştı. Fakat kendi zihni nasıl hala varlığını sürdürebiliyordu bilmiyordu. Doğmadan önce varolduğu yerde miydi? Bugüne kadar ölümden sonraki hayat ile duyduğu her şeyin birer safsata olduğunu biliyordu. Öyleyse neden hala buradaydı. Kendisi buradaysa eğer, biraz evvel kafatası dağılan kişi kimdi? Yoksa hala kendi bedeninde miydi? Nefes almaya çalışsa, nefes alabilir miydi? Zehir dolu ciğerleri belki de varlığına bağlıydı hala. İhtiyacı olan şey bir nefesti belki de sadece. Son nefesi.

GM
Site Admin
Posts:39
Joined:Mon Aug 26, 2019 6:56 pm

Re: [Leopold H. Fitzroy] Ölüler tekrar ölemez.

Post by GM » Sun Sep 29, 2019 12:58 pm

Yıldırım. Gök mü gürlüyor?

Şimşekler öyle sert çarpıyor ki, sanki yanına, hemen önüne düşüyorlar. İstemeden titriyorsun, vücudundaki tüm kaslar hareket etmek için yanıp tutuşuyorlar. Ne kadar süredir kendi bilincinin esirisin? Ve her şeyden önemlisi… burası neresi? Gözlerini yavaşça açıyorsun. Cennette misin? Cehennem mi yoksa burası. Mor tonlarında bir ışık gözlerini acıtmayan şekilde yeri boyuyor. Yıllardır bakmıyorsun herhangi bir yere. Görmek böyle bir şey mi? Euphrasia… nerede?

Yavaşça yere bakmaya başlıyorsun tadını çıkararak. Ayakkabılarına bakıyorsun. Sana ait değiller. Bu ışıklar, yere bastığını hissedebilmek. Kollarının olduğunu hissedebilmek. Parmakların birbirine dokunuyor. Burnun koku alıyor. Nerede olduğunu düşünmeksizin milyon yıllık uykunun bitişini kutluyor beynin. Sertçe çakan bir şimşeğin ardından kendine geliyorsun rüyalar aleminden kurtulup. Yer altında bir mahzende olduğunu şarap kokusundan anlıyorsun ama… Her şey bu kadar basit değil. Neyse ki güzel bir şarap kokusu alıyorsun. En önemlisi ise, ciğerlerin hiç acımıyor. Afyonun etkisinde değilsin. Zihnin berrak bir deniz gibi.

Ellerinin sıcaklığı seni rahatlatıyor. Kendi vücudunu hissedememek zorlu bir süreçti. Hele ki bu sürenin binlerce, milyonlarca yıl ile ifade edilmesi… Bir anda siliniyor o anlar zihninden. Artık yaşıyorsun ve buradasın. En önemlisi bu. Hayattasın. Sen, Leopold Henry Fitzroy, tam olarak buradasın. Zafer senin. Hastalığını yendin, kan kusmadın. Zafere giden her yol mubahtır. Binlerce yıllık esaret de buna dahil. Belki sen değil ama başkası olsa çıldırabilirdi o zifiri karanlıkta, sonsuz boşlukta, bitmek bilmeyen yalnızlıkta. Ama sen değil.

Kafanı kaldırıyorsun ve etrafına bakıyorsun. Yerde yatan insanlar. 10 köşeli bir yıldızın her köşesinde biri yatıyor. Hiçbiri hareket etmiyor. Gözlerinden akan kanı görebiliyorsun. Ölmüşler. Hepsi ölmüş. Yıldızın tam ortasında ise sen varsın. Bir ayinin ortasında mısın? Böyle bir şeyi duymuştun. Kulağına çalınmıştı ama çok da dikkatli dinlememiştin. Okültist ritüeller, on köşeli bir yıldız… Canlı kurbanlar? Hayata geri döndürülmüş olma ihtimalin var mı? Etrafında mantığa dair en ufak bir şey yok. Çok büyük bir yıldız bu, en azından 50 metrekarelik. Zaten bu içinde bulunduğun mahzen harika koksa da, en azından 10 metre yüksekliğiyle ve 150 metrekarelik alanıyla bir şarap mahzeni olmaktan çok uzak. Ayin alanından uzaklaştıkça gözlerin, 4-5 metre yüksekliğinde Obelisk’lere çarpıyor gözün. Mermerden yapılmışlar. Odada yaşayan tek şey sensin gibi gözüküyor. Hafif bir titreme geliyor. Üşüyorsun. Çok üşümeden hemen önce hissedilen hafif üşüme bu. Hiçbir şey hissedememekten iyidir.

Yerde yatan kişilerin hepsi erkek. Hepsinin gözlerinden kan akmış, kurumuş ve cesetleri kaskatı kesilmiş. Bu bedenlerin seninle alakalı olduğunu düşünmek zor değil. Ölümlerinin üzerinden birkaç saniye geçmiş olduğunu fark ediyorsun. Senin gelişin, onların ölümü. Boğuk bir sesi fark ediyor kulakların, üst kattan geliyor. Tüm tavan ve duvarlar taştan yapılmış. Birkaç tane mum, mor camların arkasına saklanmış, odaya hafif mor rengini vermeye devam ediyorlar.

Bulunduğun devasa odanın en köşesinde, yıldızdan uzak bir yerde yukarı helezonik şekilde uzanan bir merdiven görüyorsun. Bu gördüklerin birer hayal mi? Ayakkabının vurduğunu hissedebiliyorsun. Ama kanlı canlısın işte, ayaktasın. Kalp atışlarını duymayalı ne kadar süre olmuştu? Hala inanamıyorsun, ne burada olduğuna ne de gördüğün şeylere. Gözün bir masaya çarpıyor.

Masa maun bir masa, harika desenler ile bezeli ayakları ve tahta yüzeyin birleştiği yer. Deniz dalgaları, çiçeksi dokular… Masanın tam üzerinde her şeyin ortasında ise bir defter görüyorsun. Açık kahverengi, yavruağzı tonları arasında bir renge sahip. Çok ilginç bir his duyuyorsun o deftere karşı. Bakışlarını kaçırmak istesen bile ondan, kaçıramıyorsun. Sanki o defter zamanın en başından beri seninmiş gibi hissediyorsun ona bakarken. Aşksı bir his bu. Yavaş yavaş yürüyorsun masaya doğru. Yürürken ayakkabının vurduğunu hissediyorsun. Ayak serçe parmağın ayakkabına vuruyor ama bu hisse ayaklarının yokluğu bile engel olamaz. Deftere yaklaştıkça, yaşamının son anlarında hissettiğin o istifra etme hissi yükleniyor vücuduna bir anda. Ağzın midene geliyor, fakat durmuyorsun. Yaklaşıyorsun. Yaklaştıkça miden daha da kötü oluyor. Yediğin en kötü şey neydi? Yaklaşıyorsun, hiç durmuyorsun. Yıldızın içinden çıktın bile, ölü adamların arasından geçiyorsun, fakat bunları fark etmiyorsun bile. Defter. Tek istediğin şey.

Defter, sahip olabileceğin en güzel şey.

Deftere dokunuyorsun. Tüylerin diken diken oluyor. Hiç böyle bir dokuya dokunmamıştın. Kusma hissi, deftere dokunma isteğin hariç bütün hislerini bastırıyor. Eline alıyorsun onu. Defter, senin varlığın. Defter, senin benliğin. Defter, sizin benliğiniz. Çığlıklar yankılanıyor beyninin içinde. Ölüm dolu çığlıklar. Acılar çeken yüz binlerce insanın tüm çığlıklarını duyuyorsun birkaç saniye. Sonra hepsi kesiliveriyor.

Post Reply