[Vaughn Percival Carrington] Ölüler kaçamaz.
Posted: Sun Sep 22, 2019 11:05 pm
Alevleri önce ayaklarında hissediyorsun. Yavaş yavaş yanıyor vücudun. Önceleri sadece sıcağı hissederken, acıyla baş başa kalıyorsun. Vahşi tebaanın sesini duymuyor kulakların. Çürümüş dişleri ve alçak bakışları ile karşında değiller. Çığlıklar, kahkahalar azalıyor gitgide. Delice yanan vücudun, sinirlerinin yanıp işlevlerini yitirmeleriyle, öylece kömüre dönüşüyor. Acıyla terbiye oluyor ruhun, en azından onlar öyle düşünüyorlar. Sen ise yenilmiş, devrik bir kral, yokluğun devasa kapılarının önünde nöbet tutuyorsun. Reddettiğin rabbin seni almaya gelecek, bir ışık görüyor gözlerin. Son bir ışık, gözlerin de yanmadan hemen önce. Eriyiveriyor gözlerin sıcaktan, akıp gidiyor. Gördüğün son şey ise… güneşin doğuşu. Yeni bir başlangıç gibi, ama senin başlangıcın değil. Yok oluşun. Eriyip gidiyor benliğin, inandıkların, yaşadıkların saniye saniye yanıyor, kül olup gidiyor bilincinden. Kendinden sıyrılıyorsun o an. Ölüm böyle bir şey mi?
O güneş tüm yakıcılığıyla siliyor ismini. Vaughn, Devonshire’ın Cadı Kralı, bir hiç uğruna giden bir hayat. Artık sen yoksun. Çocukları korkutmak için anlatılan hikayelerdesin. İbret olsun diye öldürülen kişilerdensin. Güzel ve hızlı geçen bir hayat, yanıyor. Çalışan tek organın beynin kaldığı için düşüncelerine gömülüyorsun birkaç saniyeliğine. Güzel geçse de hayatın, yapacak çok şeyin vardı. Çünkü her ölen, pişman ölür.
Artık bedenini hissetmiyorsun. Artık gözlerini hissetmiyorsun. Vücudunun içindesin, ama acılar yok. Dokunamıyorsun. Duymuyorsun. Her yer karanlık. Ölüm bu mu? Cennet, ölümden önce görülen ışığın sonu değil mi? Rab sana bir ışığı bile mi çok gördü? Yokluğun, var olmamanın yükü altında eziliyor ruhunun her bir zerresi. Hala zihninin içinde misin, yoksa karanlıkta mı dolaşıyor ruhundan geri kalanlar? Hiçbir bilgi yok. Hiçbir düşünce yok. Bildiğin, anladığın her şeyden milyarlarca ışık yılı uzakta, bir boşlukta süzülürken bile, tanıdığın tüm yıldızlara en uzak noktadasın. Hiçbir his yok.
Karanlıkta yapayalnızsın. Hiçbir his yok. Ellerini bağlı olduğun zincirlerden kurtarmaya uğraşıyorsun ama, kollarını hissetmiyorsun. Öldün mü? Ölüm böyle bir şey mi? Düşünebiliyorsun hala, ama hayatın gözlerinin önünden geçmiyor. Bitiş çizgisi burası mı? Yapayalnızsın. Hiçbir his yok. Zaman kavramını kaybediyorsun. Bedenini kaybedeli bir saniye mi, yoksa binlerce yıl mı geçti? O doğan güneşin getirdiği gün biteli çok oldu. Üzerinden aylar geçti. Yıllar geçti. Mevsimler aktı gitti, toza dönüşen kemiklerinin üzerini kapattı kar.
Bu işkence ne zaman bitecek? Ne zaman kapanacak bilincin ne zaman kurtulacaksın bu iğrenç yalnızlıktan, vahşi karanlıktan?
Ama düşünüyorsun, demek ki varsın. Hala yok olmadın. Belki de… Ölüm sonsuza dek zihninin karanlığında kapalı kalmaktır. Cehennem mi bu? Milyonlarca, Milyarlarca, Trilyonlarca yıl zihninin içinde kendinle baş başa kalmak mı? Rabbin ışığından bu kadar uzaklaşmış olmanın sonucu mu bu, kapkaranlık dünyaya kapalı kalmak? Hiçbir his yok.
Bir ses duymak istiyorsun. Ellerini çırpmak istiyorsun. Hiçbir ses gelmiyor. Ayaklarını yere vurmak mı? Ayaklarını hissetmiyorsun. Acı hissetmek istiyorsun, en recefan fiziksel acılar için açtın zihnini bekliyorsun. En büyük yürek yanıklarını istiyorsun. Herhangi bir şey, seni sana anlatacak en küçük duygu değişimi… Ne zamandır buradasın? Yapayalnızsın. Ne bir çift göz ne güzel eller, ne hoş bir sohbet eşlik ediyor yalnızlığına. Bu basit bir hapis değil. Bu sana zihninin oynadığı bir oyun değil. Bu beklemen gereken bir sıra değil, bir sınav değil.
Hiçbir his yok.
Hiçbir his yok.
Hiçbir şey yok.
Derin bir nefes alıyorsun. Son nefesin.
İlk nefesin.
O güneş tüm yakıcılığıyla siliyor ismini. Vaughn, Devonshire’ın Cadı Kralı, bir hiç uğruna giden bir hayat. Artık sen yoksun. Çocukları korkutmak için anlatılan hikayelerdesin. İbret olsun diye öldürülen kişilerdensin. Güzel ve hızlı geçen bir hayat, yanıyor. Çalışan tek organın beynin kaldığı için düşüncelerine gömülüyorsun birkaç saniyeliğine. Güzel geçse de hayatın, yapacak çok şeyin vardı. Çünkü her ölen, pişman ölür.
Artık bedenini hissetmiyorsun. Artık gözlerini hissetmiyorsun. Vücudunun içindesin, ama acılar yok. Dokunamıyorsun. Duymuyorsun. Her yer karanlık. Ölüm bu mu? Cennet, ölümden önce görülen ışığın sonu değil mi? Rab sana bir ışığı bile mi çok gördü? Yokluğun, var olmamanın yükü altında eziliyor ruhunun her bir zerresi. Hala zihninin içinde misin, yoksa karanlıkta mı dolaşıyor ruhundan geri kalanlar? Hiçbir bilgi yok. Hiçbir düşünce yok. Bildiğin, anladığın her şeyden milyarlarca ışık yılı uzakta, bir boşlukta süzülürken bile, tanıdığın tüm yıldızlara en uzak noktadasın. Hiçbir his yok.
Karanlıkta yapayalnızsın. Hiçbir his yok. Ellerini bağlı olduğun zincirlerden kurtarmaya uğraşıyorsun ama, kollarını hissetmiyorsun. Öldün mü? Ölüm böyle bir şey mi? Düşünebiliyorsun hala, ama hayatın gözlerinin önünden geçmiyor. Bitiş çizgisi burası mı? Yapayalnızsın. Hiçbir his yok. Zaman kavramını kaybediyorsun. Bedenini kaybedeli bir saniye mi, yoksa binlerce yıl mı geçti? O doğan güneşin getirdiği gün biteli çok oldu. Üzerinden aylar geçti. Yıllar geçti. Mevsimler aktı gitti, toza dönüşen kemiklerinin üzerini kapattı kar.
Bu işkence ne zaman bitecek? Ne zaman kapanacak bilincin ne zaman kurtulacaksın bu iğrenç yalnızlıktan, vahşi karanlıktan?
Ama düşünüyorsun, demek ki varsın. Hala yok olmadın. Belki de… Ölüm sonsuza dek zihninin karanlığında kapalı kalmaktır. Cehennem mi bu? Milyonlarca, Milyarlarca, Trilyonlarca yıl zihninin içinde kendinle baş başa kalmak mı? Rabbin ışığından bu kadar uzaklaşmış olmanın sonucu mu bu, kapkaranlık dünyaya kapalı kalmak? Hiçbir his yok.
Bir ses duymak istiyorsun. Ellerini çırpmak istiyorsun. Hiçbir ses gelmiyor. Ayaklarını yere vurmak mı? Ayaklarını hissetmiyorsun. Acı hissetmek istiyorsun, en recefan fiziksel acılar için açtın zihnini bekliyorsun. En büyük yürek yanıklarını istiyorsun. Herhangi bir şey, seni sana anlatacak en küçük duygu değişimi… Ne zamandır buradasın? Yapayalnızsın. Ne bir çift göz ne güzel eller, ne hoş bir sohbet eşlik ediyor yalnızlığına. Bu basit bir hapis değil. Bu sana zihninin oynadığı bir oyun değil. Bu beklemen gereken bir sıra değil, bir sınav değil.
Hiçbir his yok.
Hiçbir his yok.
Hiçbir şey yok.
Derin bir nefes alıyorsun. Son nefesin.
İlk nefesin.